Küçük Bir Çocuğun Büyük Sessizliği
Bir sonbahar sabahıydı. Yapraklar sararmış, ağaçlar yavaş yavaş çıplak kalmaya başlamıştı. Küçük Emre, her sabah olduğu gibi elindeki ufak oyuncak arabasıyla evin salonunda oynamaya koyulmuştu. Babası işe gitmiş, annesi ise mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Her şey sıradan görünse de, Emre'nin içinde bir şeyler yolunda değildi. O sabah, onun küçük dünyasında büyük bir değişikliğin habercisiydi.
Emre'nin anne ve babası, birkaç gündür daha sık tartışmaya başlamıştı. Ancak o gün, her şey bambaşka bir boyuta taşındı. Sesler yükseliyor, kapılar çarpıyor, eşyalar yerlere savruluyordu. Emre, bir köşeye sinmiş, sessizce olan biteni izliyordu. Küçücük bedeni, kocaman bir korkuyla dolmuştu. Bir çocuğun aklının anlamakta zorlanacağı kadar büyük bir kavga yaşanıyordu.
O an, annesinin çığlık attığını duydu. Babası sinirle evden çıkarken kapıyı sertçe kapattı. Emre, gözlerini kapatarak her şeyin geçeceğini umdu. Ama gözlerini açtığında annesinin gözyaşlarıyla karşılaştı. O gözyaşları, Emre'nin içindeki güvensizliğin ve yalnızlığın ilk tohumu olmuştu.
O gün Emre, ilk kez çocukluğunun güvenli ve mutlu alanının paramparça olduğunu hissetti. O küçük kalbi, bir daha asla tam anlamıyla iyileşmeyecek bir yara aldı. Anne ve babası daha sonra tekrar bir araya gelse de, Emre'nin içinde o günün izi hep kaldı. Çocukluğunun bir bölümü, o sabah yaşadığı sessiz travmada kaybolup gitmişti.